İnsanoğlunun en temel sorusu “Kimim?” ve “Nereden geldim?” Öyle ki bu iki soru tüm dinsel inanışını, politikasını, karakterini hatta arabasında dinlediği müziğe kadar yaşamını etkiliyor. Bilimadamlarının peşine düştüğü en büyük teori de herşeyin teorisi, şu anda farklı nedenlerle açıklanan bu bir çok kuvveti, evren görüşünü tek bir modelle ortaya koymak.
Newton’un dünya ölçeğinde halen kullanılmakta olan kanunları, Einstein’in anlaması da anlatması da “Bin Bir Gece Masalları” gibi hem egzotik, hem hem hikayeler ilerledikçe anlaşılan yapısıyla karmaşık olan Genel Görelilik / Özel Görelilik Teorileriyle son buldu.
Kısaca rölativite dediğimiz unsurlar, her yeri homojen olan evren modelini yıktı. Basit kütle çekimine dayalı evrensel gökcisim hareketleri, yerlerini uzay-zamanın büküldüğü, esnediği, katlandığı, uzayarak karadeliklere çöktüğü hallere bıraktı.
New Scientist'e göre bizler “uzay-zaman”dan oluşmuşuz. Yani uzayın ve zamanın bir şerit gibi bükülmesi sonucu uzay zaman düzlüğünde görülen biçimleriz.
Bu temel atom altı parçacıkların hatta daha büyük parçaların, uzay-zaman bükülmesinin yönüne göre isimlendirilmesini de getiren bir teori ki bana hem çok inandırıcı hem de çok yenilikçi geliyor. Dediğim gibi teori üzerine okumaya devam ediyorum. Ama en garip olanı bizim ve tüm evrenin koca bir deniz gibi tek parça olmasına karşın kendi üzerine katlanmış minik çok minik uzay-zaman bükülmeleri olmamız. Çok ama çok garip; Siz Uzay Zamandan Yapıldınız! (You are made of Spacetime!)
“EVREN ASLINDA İÇİNDEKİ TÜM GÖKCİSİMLERİ VE CANLILARIYLA TEMELDE DEV BİR BİLGİSAYAR MI?
TEK BİR ZEKA MI?
BU DEV ZEKANIN HER QUBİTİ (KÜBİTİ, QUANTUM BİT’İ) BİR TEMEL PARÇACIK MI?
EVREN YAŞARKEN AYNI ZAMANDA SÜREKLİ BİR HESAPLAMA MI YAPIYOR?
ÖYLEYSE NEYİ HESAPLIYOR?
YAŞAM ASLINDA BİR PROGRAM MI VE ZAMAN BU PROGRAMIN ADIMLARI MI?"
İşte bilimadamları yukarıdaki bu bu modelleme ile bu dev ölçekteki bilgisayarın nasıl oluşturulabileceğini ortaya koymaya çalışıyorlar
In Markopoulou and Kribs’s version of loop quantum gravity, they considered the universe as a giant quantum computer, where each quantum of space is replaced by a bit of quantum information. Their calculations showed that the qubits’ resilience would preserve the quantum braids in space-time, explaining how particles could be so long-lived amid the quantum turbulence.” http://www.newscientist.com/article/mg19125645.800.html
–Uzay Zaman; uzay ile zamanı "uzay-zaman sürekliliği" adı verilen yapıda birleştiren matematik modeli.
Öklitçi yaklaşıma göre evren uzayın üç boyutu ve dördüncü boyutu oluşturan zamandan oluşur. Fizikçiler, uzay ve zaman kavramlarını tek bir çatı altında birleştirmek yoluyla, karmaşık fizik teorilerini önemli ölçüde basitleştirmeyi ve evrenin işleyişini süpergalaktik (Fiziksel Kozmoloji) ve altatomik (atom altı, bkz. Kuantum Fiziği) seviyelerde daha basit ve ortak bir dilde açıklamayı başarmışlardır.
Klasik mekanikte, Öklid uzayı kullanımı, uzay-zamanı kendine mal etmek yerine, "zaman"ı gözlemcinin hareket durumundan bağımsız olarak evrensel ve değişmez gibi kabul edip ele alır. Göreliliğe dayalı bağlamda ise "zaman", uzayın üç boyutundan ayrı olarak düşünülemez; çünkü bir objenin vektörel hızı, ışığın hızı ve bir de güçlü yerçekimsel alanların gücü ile ilişkilidir. Bu yerçekimsel alanlar zamanın ilerleyişini yavaşlatabilir, ve bir o kadar da gözlemcinin hareket durumuna bağımlıdır. Bu nedenle de evrensel değildir.
Evrensel dediğimiz, bir olgunun evrenin her köşesinde doğru ve değişmez olmasıdır. Ancak Albert Einstein'ın kurduğu "Görelilik Kuramı"na göre zaman evrenin her köşesinde aynı değildir ve gözlemciye göre değişir, görecelidir. Örneğin, kütle uzay-zamanda eğrilikler yaratır. Burada zaman bükülür ve zaman bu eğride bulunan bir gözlemciye göre, dışarıda duran bir başka gözlemciye göre olandan daha yavaş akar. İşte burada "zaman" evrensel değildir.
Bu bükülmeyi şu şekilde açıklayabiliriz: Düz bir yatak düşünün. Bu yatağın üzerine gergin bir çarşaf serin ve hiç kırışıklık olmasın. İşte bu dümdüz çarşaf iki boyutla tanımladığımız uzay-zaman düzlemi olsun. Şimdi bu düzleme bir gezegeni simgeleyen demir bir bilye koyun. Bilye yatağa biraz gömülüp bir göçük yaratarak çarşafı da bükecektir. İşte zaman da bu şekilde demir bilye ile simgelediğimiz kütle yardımıyla bükülebilir. Kütlenin artışı, bu kütlenin uzay-zaman düzlemini büküşünü arttırır. Kütle arttıkça göçük de artar. Eğer kütle ölçülemeyecek boyutlarda aşırı büyük olursa uzay-zaman düzlemi ışığı bile hapsedecek kadar göçecektir. İşte bu göçük karadelik olarak adlandırılır. Eğim çok olduğu için ışık karadelikten girer ama geri çıkmaz. Bazı teorilere göre bu içeri giren ışık evrenin başka bir noktasından geri çıkar. Bu teorilerde karadelikler dipsiz kuyular değillerdir, iki ucu açık bir boru gibi düşünülebilir.
-Eğri Uzay Zaman
Einstein 1905 ve 1915 yillarinda ortaya attigi özel ve genel görelilik kuramlariyla dogaya, maddeye, uzaya ve zamana farkli bir bakis açisi getirdi. Onun bu buluslariyla; belki de fizik, felsefe dalinda en Önemli sinavini veriyordu. Birbiriyle Ilintili olan bu kuramlara göre; hareket eden saatler yavaslayabiliyor, cetvellerin boylari kisaliyor cisimlerin kütleleri, hizlari dolayisiyla artabiliyordu. Einstein'in yeni denklemleri Newton’un koydugu klasik anlayisa, ancak isik hizindan çok küçük hizlarda uygunluk göstermekteydi. Einstein. hep saatlere, cetvellere ve gözlemcilere bagli olmayan evrensel bir çekim kurami hayal ederdi ve Tanri'nin, kendine bir keçi inadi ile Iyi koku alan bir burun verdigini söylerdi. Gerçek su ki; O'nun bu özellikleri amacina ulastirmisti. Genel görelilik kurami, kütle çekiminin nasil isledigini anlatir. Ama bunu yaparken; hiçbir zaman çekimi bir kuvvet olarak düsünmez. Bunun yerine, cisimlerin çevresindeki çekim alanlarinin, uzay ve zamanin bükülmesi sonucu olustugunu söyler. Cisimler, içerdikleri kütlelerine oranla uzayda çukurluklar olusturur. Ve zamanin akisini yavaslatir. Ancak uzayin derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarindan uzakta, uzay ve zaman tam anlamiyla düzdür.
Çekim alaninin gücü arttikça uzay-zaman egriligi de artis gösterir. Bütün bunlardan çikan sonuç sudur: Madde uzay-zamanin nasil egilecegini, uzay-zaman da maddenin nasil davranacagini belirler. Uzay-zaman düsüncesine somut bir örnek olarak sunu verebiliriz: Ilik bir yaz gecesi uzaya baktiginizi düsünün. Binlerce yildiz, gözlerinizin önüne serilmistir. Bize en yakin yildizlardan olan Sirius'a gözlerimizi kaydirdigimizi haya! edelim. Sirius. günes sistemine yaklasik 8,5 isik yili uzakliktadir. Bu ise; o yildizdan çikan bir isik isininin gözümüze ancak 8,5 yil sonra ulasabildigini bize anlatir. Yani yildiza bakmakla onun 8,5 yil önceki halini görmekteyiz. Ya 250 milyon isik yili uzakliktaki bir galaksiyi gözlemledigimizi düsünsek? Tahmin edersiniz ki; galaksinin yeryüzünde dinazorlarin hüküm sürdügü devirlerdeki görüntüsünü algilariz. Sonuç olarak, yildizlara bakmakla uzayin zamandan ayri düsünülemeyecegini kavrariz. Çünkü, gökyüzünü incelerken, aslinda evrenin geçmisine bakmaktayiz. Iste. birbirinden ayri olarak düsünmedigimiz bu dört boyutlu anlayisa (en. boy. yükseklik, zaman) uzay-zaman denir.
Nasil, bir cetvel uzunlugu ölçüyorsa . kolumuzdaki saat de zaman yönünde uzakligi ölçer. Einstein. kuramin matematiksel ispati yaninda bir de deney önerdi. O'na göre Günes de isigi belli bir oranda saptamaliydi. 1919'da bir Günes tutulmasi esnasinda, uzaydaki konumu önceden bilinen bir yildiz üzerinde gözlem yapildi. Gerçekten de. yildizin isigi Günes'in yanindan geçerken: uzay-zaman egriligi nedeniyle önceki konumundan daha açikta görülüyordu. Gözlem sonunda elde edilen sayilar da teorik hesaplarla bulunana yakindi. 60 yil boyunca tekrarlanan diger deneyler de Einstein'i hakli çikardi.
Günümüzde de çok hassas aletler yardimiyla, uzayda yapilacak bir deney düsünülüyor. Dünyanin dönme ekseninin bulundugu düzlem üzerine, yaklasik 640 km yükseklige yerlestirilecek GP-B kütle çekim araci en hassas uzay-zaman gözlemini yapacak. Görelilik kurami, uzayin egriligine bagli olarak zamanin da akisinin yavaslayacagini belirtir. Uzayda, egim ne kadar fazlaysa o bölgede ayni oranda. zaman yavas isler. Egimin en fazla oldugu yerler de gök cisimlerinin merkezleridir. Merkezden uzaklik arttikça zamanin büzülmesi de azalir. Çok katli bir binanin zemin kati ile en üst kati arasindaki zaman farki ilk defa 1960'da ölçülebildi. Günümüzde isg, en hassas saatler olan atom saatleriyle yapilan çesitli deneyler de bu ilkeyi destekledi.
– Felsefede Uzay-Zaman Kavramı
Uzay ;Aristoteles'te bütün nesnelerin kaplayıcısı, bütün var olanları içinde bulunduran şey; Cambridge Platonculannda Tanrı'nın duyum alanı; Kant'ta dış dünyanın (fenomenler dünyasının) sezgisinin apriori formu; Modern matematikte belirli soyut, değişmez gruplar veya takımlar için kullanılan bir isim olarak kabul edilmiştir.
Uzay kavramının tarihine göz attığımızda ilk olarak bazı Pythagorasçılann uzayı, hava ile kaplı bir şekilde tanımladıklarını görmekteyiz. Metafizik sistemlerinin bir gereği olarak Parmenides ve Melissos da boş bir uzayın olabileceği görüşünü reddederler. Onlar, boş uzayın hiçbir şey olamayacağını ve bir şey ifade edemeyeceğini düşünürler. Demokritos gibi atomcular ise atom ve boşluk arasında yaptıkları ayrım ile onlardan farklı bir uzay tasarımı geliştirirler.
Platon'un uzay hakkındaki fikirleri, bir metafor yardımı ile onun Timaios isimli diyalogunda görülmektedir. Platon, uzayı bütün maddeleri çevreleyen ve içeren bir zarf veya kap gibi düşünür. Bu anlayış, doğal olarak uzayın boşluğu fikrini de beraberinde getirmektedir.
Aristoteles, uzay kavramını, maddenin geometrik yüzeylerinin sınırları mutlak düşündüğü yer kavramıyla ilişki içinde görmeye çalışır. O, hacim ve şekilden ibaret olduğunu söylediği maddenin değişmez bir mekânda bulunduğunu belirtir. Bu nedenle biz uzayı, bir dayanak (töz) veya ether olarak görebiliriz. Ayrıca, Aristoteles'in kozmolojisinde uzay kavramının, elementlerin hareketlerinin izahı konusunda da kullanıldığı görülmektedir. Aristoteles, elementlerin birer doğal yerlerinin olduğunu ve dıştan bir etki uygulanmadıkça, elementlerin doğal bir eğilimle bu yerlerine doğru hareket ettiklerini söylemektedir. Ağır cisimler yer merkezine ulaşmaya, ateş ise ondan uzaklaşmaya çalışır.
Yeniçağ'da Descartes maddenin özü olarak uzayı kabul etmiştir. Descartes'a göre uzayın her bir bölümü bir maddenin hacmidir ve boşluk düşünülemez. Bu durumda, bir maddenin diğerinden nasıl ayrılabileceği sorusu gündeme gelmektedir. Ayrıca Descartes'a, bir cismin bir diğerine doğru hareketinin de ne ifade ettiğini sormak gerekir. Bu ve buna benzer sorulabilecek sorular ise ancak Riemann'ın değişebilir kavi slstem şeklindeki uzay kavramı ile çözüme kavuşabilecektir.
Uzay (mekân) sorunu, İlkçağ atomcu teorilerinden günümüzdeki fiziksel teorilere kadar uzanan geniş bîr sahada yer alan, felsefenin önemli problem alanlarından birisidir. Bu geniş tarihsel perspektif bu alana uzayın sınırsızlığı, mutlaklığı vb. gibi yeni sorunları kazandırmıştır.
Felsefî bakış açısından uzayın gerçekliği sorunu, sınırsızlık problemi ile ilişkili çatışkıları (and nom ileri) içinde barındıran bir zeminde ortaya atılmış bir problemdir. Uzayın sınırlı olduğunu kabul etmek, bazı izahı güç problemleri beraberinde getirir. Şöyle ki: Sınırlı olması hudutlarının olmasını gerektirir ki bu da kendisi dışında bir başka uzayın varlığına delâlet eder. Bunun yanında uzayın sınırsızlığını söyleyebilmek de en az sınırlılığını söylemek kadar zordur. Çünkü bu durumda maddenin sınırsızca uzandığını veya tamamıyle boş bir uzay tarafından çevrili olduğunu kabul etmemiz-gerekir ki, böyle bir uzay kavramı da anlamsız görünmektedir. Diğer taraftan her mekânın daha küçük mekânları içermesine kadar, uzayın her bir sınır noktası sonsuzca bölünebilir olmalıdır. Ve bu sonsuzca bölünenlerin toplamının nasıl olup da sınırlı bîr bütünlük oluşturabileceklerini görmek de oldukça zordur.
Bu konunun felsefî bakımdan temelleri Pythagorasçılar ile Elea Ekolü'ne kadar uzanır. Gerçekte Pythagorasçılar evrenin temel ilkesi olarak ileri sürdükleri sayıların orantısı anlayışının doğal sonucu olarak mekân ve zamanın sonsuz küçüldükte bölünebileceğini ve sonsuz büyüklükte oluşacağını savunmuşlardır. Sonsuz küçüklük ve sonsuz büyüklük kavramları varlıkların hareket, değişim ve oluşum durumlarını da sonsuz boyutta algılanacak unsurlar şekline dönüştürmüş oluyordu. Fakat Elea Eko-lü'nün kurucusu Parmenides bu anlayışı reddeder.
Öğrencisi de olan bir başka Elea Ekolü filozofu Zenon (Elealı) Pythagorasçıların ileri sürdükleri iddiaları, yani zamanın ve mekânın sonsuz bölüneceği, hareketin, değişmenin ve oluşun sınırlı mekânda sonsuz bir şekilde sürüp gideceği iddialarını verdiği örneklerle eleştirecektir. Sonsuz bölünmenin, mutlak hareket ve değişmenin evrende, yani sınırlı olan varlıkta ve mekânda mümkün olamayacağını bu örnekler ile anlatacaktır. Zenon'un bu örnekleri içinde ak dan Örneği, bir koşucunun belli uzaklıktaki koşu pistini bitiremiyeceği Ömeği ünlüdür.
Matematikçiler günümüzde sonsuzluk fikrinin içerdiği zorluğu çözmüş olduklarını iddia etmektedir. Fakat saf matematik konularında problem ile başarılı bir şekilde ilgileniyor olmalarına rağmen, onlar gerçeklikte var olan bütün şeylerin bir sonsuz sayısının bulunabileceğini açıkça gösterebilmiş değillerdir.
Probleme getirilen diğer bir çözüm şekli de tarih boyunca çok defa canlandırılmaya çalışılıp tekrar tekrar ele alınan, Aristoteles'in yaklaşımıdır. Bu çözüm şekli, uzayın ve mekânsal objelerin sadece sonsuzca genişlediklerini ve bir potansiyel duyumda sonsuzca bölünebilir olduklarını ortaya koymaktadır. Yani madde fiilî olarak sonsuz değildir. Fakat, uzayın doğasında (yapısında) maddenin genişlemesini ve sonsuzca bölünür olmasını durduracak, engelleyecek hiçbir şey yoktur.
Modern bilimsel düşünceye göre kâinat sonludur ama sınırsızdır. Çünkü eğer biz uzay-zaman sürekliliğinde yeteri kadar uzağa gitmiş olabilsek, tekrar başlangıç noktamıza dönmek zorunda kalırdık. Fakat bu, sonsuzca bölünebilme bilmecesini çözmeye yeterli değildir.
Uzay hakkındaki mevcut sorunlardan bir diğeri de onun mutlak veya izafi (göreli) olup olmadığı sorusudur. Eskilerin fikrine göre o, bütün fiziksel dünyayı içinde barındıran büyük bir kap gibidir. Uzay, ihtiva ettiklerinin üstünde ve altında da bir gerçekliğe sahiptir ki madde bu boş uzay tarafından çevrelenmiştir. Daha sonraki kuramlara göre ise uzay, maddesel şeylerin mekânsal ilişkilerinin toplamı olarak tanımlanmıştır. Mutlakçı teori ise Newton fiziğinde ileri sürülmüş fakat modern bilim onu terketmiştir. Bu teori günümüzde sık sık olmasa da filozoflar tarafından ileri sürülmekte ve kabul görmektedir. Çünkü onun inkârı aynı zamanda mutlak hareketin inkârını da beraberinde getirmektedir.
Uzay, maddenin en genel varlık formu, biçimidir. Onun dışında bir maddenin düşünülmesi mümkün değildir. Kant da uzayın zihnimizde olduğunu ileri sürerken onun apriori bir form olduğuna işaret etmektedir. Fransız düşünürü Descartes ise cismin temel özelliğinin yer kaplama (extensa) olduğunu belirtmekte ve mekânın sadece yer üstündeki yayılmayı değil, uzunluğu, derinliği ve genişliği de kapsadığını söylemektedir.
Albert Einstein'a gelene kadar uzay ve zamanın birbirinden ayrı şeyler olarak ele alındığını görmekteyiz. Bu düşünürün relativite teorisi ile uzay ve zaman birlikteliği gündeme gelmiş ve uzay-zaman (space-time) kavramı felsefî ve bilimsel terminolojiye kazandırılmıştır. Gerçekte ise bu kavram ilk olarak H. Minkowski tarafından teklif edilmişse de bilimsel-felsefî temele oturtularak birleştirilmesi Einstein'a aittir.
Bu kavrama göre her nesnenin sadece uzunluk, hacimsellik ve ağırlığa değil, fakat zamanda bir süreye de sahip olması gerekir. Diğer bir ifade ile bir nesnenin tanımı, dört konumunun bildirilmesi ile mümkündür. Uzay-zaman kuramının metafıziksel yorumu S. Alexander, ve C. L. Morian tarafından yapılmıştır. Onların "yüze çıkma evrimi" (zuhur! tekâmül, emergent evolution) doktrinine göre uzay-zaman, madde, yaşam, zihin ve Tann'nın zuhur etmelerinin dışındaki dünyanın matrisidir. Bildiğimiz gibi dünya, asıl uzay-zamanın dışında tekâmül etmiştir.
ŞşE tarafından Derlenmiş ve görsellerin bir kısmı sonradan eklenmiştir