Heisenberg, kuantum sistemlerindeki niceliklerin (hız, konum, enerji vb.) değerlerine ilişkin belirsizliğin niçin olduğu üzerine çok düşündü. Olayı en temelden ele almak istedi ve herhangi bir kuantum deneyindeki gözlem sürecini düşündü. Ne olursa olsun, herhangi bir parçacığı, onu rahatsız etmeden gözlemlemenin imkânsız olduğu sonucuna vardı. Parçacık üzerindeki her gözlem aslında onu rahatsız etmekte, yani konum ve hızı gibi niceliklerinde değişikliğe sebep olmaktaydı. Bu, işin doğasında olan engellenemez bir şeydi. Gözlem sonrası parçacık artık eski konumunda ve hızında değildi, dolayısıyla bir parçacığın orijinal ilk konum ve hızının bilgisine asla erişemiyorduk. Kısacası, Orwell’ci bir söylemle kuantum dünyasında kesin olan bir tek şey vardır, o da belirsizlik! Belirsizlik, kesinliktir!
Örneğimizi daha da açalım. Bir parçacığı nasıl gözlemleriz? En yalın anlatımla, parçacığın varlığına dair bir bilgi edinebilmemiz için parçacığın ışık fotonlarıyla bir şekilde etkileşime girmesi gerekir. Eğer parçacığın konumunu daha yüksek bir hassasiyetle tespit etmek istiyorsak daha iyi görebilmek için daha fazla foton göndermememiz gerekir. Ama bu durumda ne olur? Parçacığa daha fazla foton çarptığından dolayı parçacığın hızındaki belirsizlik artar. Tersi durumu düşünelim, parçacığın hızını daha yüksek hassasiyetle belirlemek istiyorsak bu kez daha az foton yollamamız gerekir ama bu da konumdaki belirsizliği artırır, neden, çünkü daha az foton yolladığımızdan dolayı parçacığı görmemiz zorlaşır.
Δp. Δx ≥ h
Heisenberg Belirsizlik İlkesi: momentumdaki belirsizlik ile konumdaki belirsizliğin çarpımı her zaman h Planck sabitinden büyük olacaktır
Heisenberg’in ‘belirsizlik’ ilkesi, Newton’la beraber bilimsel temelini bulan ‘determinizm’ – ‘belirlenimcilik’ anlayışını geçersiz kılmaktadır. Çünkü eğer maddenin en temelinde belirsizlik hâkim ilkeyse, bu durum bütüne de etki edecektir. Kâinatta adeta her yerde karşımıza çıkan dinamik sistemlerin kendi başlangıç koşullarına son derece hassas bağımlı olduğunu söyleyen Kaos kuramını, başlangıç koşullarının asla %100 kesinlikle belirlenemeyeceğini söyleyen Heisenberg’in belirsizlik ilkesiyle birleştirdiğimizde karşımıza determinizmin çöküşü çıkmaktadır.
Schrödinger’in Kedisi: Aynı Anda Hem Ölü Hem de Diri
( Bu konuyla ilgili başka bir yazım olan “Hepimiz Schrödinger’in Kedisiyiz” için dokunun )
Dış ortamdan tamamen yalıtılmış -yani ne içerisinin dışarısı hakkında, ne de dışarısının içerisi hakkında görme, işitme, vs. nevinden bir bilgi edinebileceği- kapalı bir kutu düşünelim. Bu kapalı kutunun içine de öyle bir düzenek kurmuş olalım ki, % 50 ihtimalle çalışsın ve eğer çalışırsa harekete geçen bir çekiç, içi zehirli gaz dolu şişeyi kırsın. İşte Schrödinger’in Kedisi, böyle bir kutunun içinde kendi gerçekliğini sürdürmektedir. Soru, kedinin kutunun içinde sürdürdüğü bu gerçekliğin doğası üzerinedir; kapalı kutunun içindeki Schrödinger’in Kedisi ölü müdür, diri midir?
Kuantum fiziği, bu düşünce deneyine şöyle bir açıklama getirmektedir: Kutuyu hiç açmadığımız durumda, Schrödinger’in Kedisi hem ölü, hem de diridir. Kedinin ölü olduğu kuantum durumu ile diri olduğu kuantum durumu, zehrin açığa çıkma olasılığı % 50 olarak düzenlendiği için eşit derecede geçerlidir. Kutuyu açmak, bir gözlem yapmak demektir ve kuantum dünyasında gözlem yapmanın karşılığı, gözlenen sistemde gözlem öncesi olası kuantum durumlarından birisinin gerçekleşmesi demektir. Dalga fonksiyonun çökmesi olarak adlandırıyoruz bunu.
Schrödinger’in kedisi deneyinde sorun, Schrödinger dalga denkleminde üst üste gelme (süper pozisyon) etkisinin yorumlanma farklılığıdır. Üst üste gelme için, bir sistemin aynı anda birkaç farklı durumda bulunabilmesi diyebiliriz. Schrödinger denkleminde, elektronun konumuna dair görüş ayrılıklarını hatırlayalım. Schrödinger’e göre elektron tek bir noktada değil, birden fazla noktada aynı anda bulunabilmekteydi. Buna göre zaten Kedi de aynı anda hem ölü idi, hem de diri. Max Born ve Heisenberg ise, Broglie madde dalgalarının fiziksel bir dalga olmadığını, bir olasılık dalgası olarak yorumlanması gerektiğini savundu. Parçacığın nerede olduğunu söylememiz imkânsızdır, sadece bir yerde bulunma olasılığından bahsedebiliriz. Kedi durumunda, sadece kedinin ölü veya diri olma olasılığından bahsedebiliriz, bunun üstüne fiziksel bir yorum yapmak imkânsızdır.
Kuantum Tünelleme
Klasik fiziğe göre, bir parçacığın herhangi bir enerji engelini aşabilmesi için o engelin potansiyelinden daha fazla enerjiye sahip olması gerekmektedir. Daha az enerjiye sahip olduğu bir durumda engeli aşması, engelin öteki tarafında bulunması imkânsız olmaktadır.
Oysa kuantum kuramına göre, dalga denklemi sonuçlarına baktığınızda böyle bir durumda dahi parçacığın engelin öteki tarafında bulunma olasılığı vardır ve yapılan sayısız deney de böyle bir durumda parçacığın engelin öteki tarafında bulunabildiğini göstermiştir. Örneğin radyoaktiviteyi fiziksel olarak tünelleme etkisi ile açıklayabiliyoruz. Alfa bozunmasına uğrayan bir çekirdekte alfa tanecikleri çekirdeğin yoğun potansiyel duvar engeline rağmen o engeli aşabilmekte ve böylece radyoaktif bozunum ve ışıma dediğimiz hadise gerçekleşmektedir. Atom boyutunda yüzeylerin bir anlamda topografyalarını çıkarabilen tarama tünelleme mikroskoplarının çalışma prensibi de tünelleme etkisidir.
Newton etki-tepki prensibinde siz bir duvara ne kadar kuvvet uygularsanız o da size aynı şiddette ama zıt yönlü bir kuvvet uygular demiştik. Kuantum etki-tepki prensibi biraz farklı işlemekte. Bir duvarı ittiğinizde kendinizi bir anda duvarın öteki tarafında bulabiliyorsunuz!
Kuantum Telepati
( Bu konuyla ilgili başka bir yazım olan “Kuantum Telepati veya Enel Hak” için dokunun )
Kuantum dünyasında parçacıkların ‘telepati’ yapabildiklerini biliyor muydunuz? Aralarındaki mesafe ne olursa olsun, özel koşullar altında iki parçacık birbiriyle sonsuz hızda haberleşebilmektedir!
Einstein, Podolsky ve Rosen’in (EPR) 1935 yılında ortaya attıkları bu düşünce deneyi, kuantum teorisini çürütmeyi amaçlıyordu; ama daha sonra deneyin kendisi kuantum teorisini destekleyen en önemli argümanlardan biri oldu.
Birbirine bağımlı oluşan iki parçacık düşünelim. Fiziksel korunum yasalarından ötürü (enerji, momentum, açısal momentum vb.) eğer bu parçacıklardan birinin herhangi bir özelliğini gözlemlersek, diğerinin de aynı özelliğini gözlem yapmadan bilebiliriz. Birine ait bir niceliği ölçtüğümüzde, teorik olarak diğerinin de aynı niceliğini diğer ölçümün sonucuna göre aynı anda ayarlaması gerekmektedir. Einstein, böylesi bir sonsuz hızda bilgi aktarımının, evrende hız için üst limit ışık hızıdır diyen özel rölativiteye aykırı olmasından dolayı imkânsızlığını savunurken, dolayısıyla kuantumun yanlışlığını ispatladığını iddia ederken; yapılan deneyler Einstein’in yanıldığını ve kuantum telepati olgusunun gerçek olduğunu göstermiştir. Kuantum telepati etkisi, bilginin anlık “ışınlanmasının” teorik açıdan mümkün olduğunu göstermektedir.
Günümüzde, IBM firmasının bu kuantum etkisini bilişim teknolojilerine uygulama çalışmaları devam etmektedir.
(Bkz.http://www.research.ibm.com/physicsofinfo/members/teleportation.htm)
Ayrıca, ABD Ordusu tarafından da, kuantum ışınlanması üzerinde araştırma çalışmaları yürütülmektedir.
(Bkz. http://www.fas.org/sgp/eprint/teleport.pdf )
Kuantum Mekaniğinin Değişik Yorumları
[Kopenhag Yorumu]
1. Olasılıklar ve Belirsizlikler
Schrödinger denkleminin belli bir kuantum sistemi için çözümüne o sistemin ‘dalga fonksiyonu’ denir. Kuantum mekaniğinde, dalga fonksiyonu y’nin karesi ile betimlenen olasılıklar, gözlemcinin ya da kuramcının eksik bilgisinden veya gözlem aletlerinin yetersizliğinden kaynaklanmaz. Olasılıklar ve bu olasılıklara bağlı belirsizlikler, doğanın özünde bulunur.
2. Gözlenen Sistem – Gözlemci
Bohr’a göre, gözlenen sistemi gözlemciden ayrı şekilde düşünerek inceleyemeyiz. Gözlenen sistem ve gözlemci bir bütündür. Gözlenen sistemin, gözleyen sistemden bağımsız olarak özelliklerinden bahsetmek anlamsızdır.
“Çok ufak şeyleri gözlemlediğimizde, sanki bir şekilde onları gözlemlediğimizi biliyor gibi davranıyorlar. Belki de… her zaman gözleri arkalarında onlar da bizi gözlemliyor! Ne kadar da sinir bozucu!”
3. Ölçümün Geri Çevrilemezliği
Bir ölçüm yaptığımız zaman sistemi geri dönülemez şekilde değiştirmiş oluruz.
4. Dalga Fonksiyonunun Çöküşü
Bir ölçüm, ölçümün yapıldığı nesne ya da sistemin üzerinde bir eylemi içerir. Bu da dalga fonksiyonunun çökmesine sebep olur, yani sistem olabileceği pek çok olası durumdan birine indirgenir. Kuantum kuramı bu indirgemenin olasılıklarını verebilir ama mekanizmasını açıklayamaz.
5. Tamamlayıcılık
Birbirinden bağımsız (biri diğerini içermeyen), bütün deney ve gözlemleri tam olarak anlamak için birlikte gerekli olan kavramları bir arada düşünme.
Örnek: ışığın dalga-parçacık ikiliği. Bu tamamlayıcı özellikler aynı anda gözlemlenemezler, deneyin koşullarına göre ya parçacık ya da dalga davranışı gösterir.
6. Gerçeklik
Sadece bir ölçüm sonucu bulunan nicelik ve nitelikler gerçek olarak alınabilir. Bunun dışında gerçek hakkında başka hiçbir şey söylenemez. Örneğin; bir kitabı masanın üzerine bırakıp çıktığımızda, kitabı görmüyor olduğumuz halde onun masanın üzerinde durmasından bir gerçek olarak bahsetmemize klasik fizik izin verir. Ama aynı şeyi, mesela bir atom için söyleyemeyiz. Heisenberg’e göre böyle bir soru anlamsızdır da…
[Paralel Evrenler Yorumu]
Kopenhag yorumu, Schrödinger’in Kedisi örneğini ve EPR deneyini (kuantum telepati) açıklamakta yetersiz kaldığından, birçok fizikçi tarafından yeterince tatmin edici bulunmamaktadır.
Everett’in ‘evrensel dalga fonksiyonu’ temelli ‘paralel evrenler’ kuramına göre, dalga fonksiyonunun çökmesi diye bir şey söz konusu değildir. Temel fikir şudur: Evren kuantum düzeyinde ne zaman bir seçim yapmak durumunda kalsa, kaç tane alternatif kuantum durumu varsa her bir durum için yeni bir evren doğmaktadır.
Schrödinger’in Kedisi olgusunu, Kopenhag ve Paralel Evrenler yorumlarına göre açıklayalım:
Kopenhag yorumuna göre, kutu açılıp içine bakılıncaya kadar olasılıkların ikisi de gerçek değildir. Kutunun içindeki kedinin dalga fonksiyonu iki alternatif durumun üst üste binmiş hâlidir. Ne ölü ne canlı, hem ölü hem canlı…
Paralel evrenler kuramına göre, evrenlerden birinde kutu açılır ve kedi ölü bulunur, diğerinde ise kutu açıldığında kedi canlı bulunur. Kutu açılmadan evvel kedi zaten evrenlerden birinde ölü, diğerinde canlı olduğundan dalga fonksiyonunun çökmesi diye bir şey söz konusu değildir.
SONUÇ…
“Belirsizlik” sözcüğünün yarattığı garip izlenime, “Schrödinger’in Kedisi” örneğinin verdiği rahatsızlık düşüncesine rağmen, şunu çok iyi bilmeliyiz ki; bizim boyutlarımızda algıladığımız doğada gördüğümüz düzen ve kesinliklerin arkasında kuantum yasaları mevcut. Kuantum, salt atomik boyutlarla sınırlı ve dolayısıyla gündelik hayat için göz ardı edilebilir bir kuram olarak asla görülmemeli. İşler atomik dünyada ‘öyle’ yürüdüğü için bizim dünyamız ‘böyle’…
Kuantum fiziğinin hayata dair telmihleri arasında kişisel olarak benim çıkardığım en önemli sonuç, olaylara dair niyetlerimizin ve hükümlerimizin, kâinat gerçekliğini şekillendirmede tahminlerimizin ötesinde etkili olabileceği.
Bu etkiler de zaten, kuantum fiziğinin keşiflerinden yüzyıllar önce bu coğrafyada değişik şekillerde ifade edilegelmiş. “Güzel bakan güzel görür!” deyişi… “Bir insana kırk kere deli dersen deli olur!” deyişi… “Ağzından yel alsın!” deriz mesela, bize kötü gelen bir öngörü işittiğimizde. Neden acaba? Çünkü ağızdan çıkan her sözün bir şekilde hakikatin inşasında kullanılan bir tuğla olduğu kabul edilir bu topraklarda. Yine bu coğrafyada kullanılagelen “Söz gümüşse sükût altındır!” deyişini, bir de bu bağlamda düşününce bu deyişin daha derin bir anlamı içinde barındırdığı hükmüne varıyorum. Söz elbette değerlidir, gümüştür, ama sükût etmek sözü kâinata bırakmak demektir. Her bir sözümüzle, kâinatın işleyişine müdahalede bulunmuş oluruz. Mesele, hayra dönük mü yoksa şerre dönük mü müdahalede bulunduğumuz. O halde, güzel ve doğru konuşmalı, güzeli ve doğruyu konuşmalı…
Her birimiz, kendi hayat kutusunda gerçekliğini yaşayan birer Schrödinger’in Kedisi’yiz. Birbirimizi nasıl görüyorsak öyleyiz. Birbirimiz hakkında nasıl hüküm veriyorsak öyleyiz. Etrafımızdaki kâinatı, niyetlerimizle ve muratlarımızla inşa ediyoruz. Her bir sözümüz, birer tuğla. Sağlam ve güzel tuğlalar seçmeliyiz…
Kuantum fiziğinin tasvir ettiği dünya, yüzyıllardır sûfi gelenek içinde yoğrulmuş bu kültürün çocukları olarak bize yabancı gelmemektedir, gelmemelidir. Bu paralelliklerin, insan ve kâinat tasavvurumuzda merkeze sûfi geleneğin kadim gerçeklerini alma hususunda bize güven ve cesaret vereceği açıktır.
Hayatımızda, kuantum fiziğinin telmihlerine daha çok yer açmaya ihtiyacımız var…
İsmail Yiğit