Shrii Shrii Anandamurti’nin “Vibration, Form and Colour” yazısı çevirisi
Titreşim
Titreşim nedir? Bir hareketin [action] doğası (niteliği) yaydığı dalgalardan anlaşılır. Hareketin yaydığı dalgalar değişik kanallardan yayılır. Buna titreşim diyoruz. Objelerin göreceli yerdeğişimine hareket [action] diyoruz. Her hareketten titreşimler doğar. Nasıl çeşitli hareketler varsa çok çeşitli de titreşimler vardır. Iki değişik hareketin titreşimleri aynı olamaz. Eğer öyle olsaydı o iki değişik hareket arasında fark olmazdı. Titreşimler merkez (kaynak) noktada oluşan şoktan doğarlar ve o şokun özelliklerini taşırlar. Suya bir taş attığınızda oluşan dalgaların dalga boyu taşın hızına göre değişir. Doğadaki her titreşimin nedeni ve kontrol edeni o titreşimi içerir; titreşimin enerjisinin kaynağıdır; asla pasif bir varlık değildir (suya taşı atan insan yayılan tireşimi içerir, dalgaların enerjisi bu insandan kaynaklanır, ve bu insan tabiiki pasif bir varlık değildir. Tüm evrenin nedeni ve kontrol edeni de aynı bu şekilde düşünülebilir).
Titreşime insan vücudundan bir örnek vereyim. Kızgınlık duygusunu inceleyelim. Sizi çok kızdıran bir şey olduğunda beyninizde büyük bir ajitasyon oluşur ve bu ajitasyon beyninizin bir bölümünü esir alır ve buradan ajitasyonun titreşimleri sinirler üzerinden çok hızlı bir şekilde vücuda yayılır. Yüzünüz kıpkırmızı olur elleriniz ve ayaklarınız titrer. Duyu ve hareket organları fonksiyonlarını yapamaz hale gelir, ağzınızdan istemediğiniz kelimeler çıkar. Biraz kekeme olanlar tamamen konuşamaz hale gelir. Daha önce iradenizle kontrol edebildiğiniz acımasız yönünüz ortaya çıkar. Kızgınlıktan çıldırmış bir insan kim olduğunu, nerede olduğunu, ve saatin kaç olduğunu unutur ağzını bozar. Bütün bu hareket beyinde bir ısı oluşturur, bu insan doğru düşünemez, organları da kötü etkilenir. Öyle değil mi?
Her hareket ve objede titreşim vardır. Biz titreşim birimlerini algılıyoruz. Bu titreşim birimlerine tanmatra (quantum) denir. Tanmatralar kaynak titreşimin özelliklerini duyu organlarına taşırlar. Kaynak titreşim bazen motor organlar tarafından yaratılır. Titreşim birimleri (tanmatra) 5 kategoriye ayrılır. Geleneksel isimleriyle “ses tanmatra”, “dokunuş tanmatra”, “şekil tanmatra”, “tad tanmatra” ve “koku tanmatra” kategorilerine ayrılırlar. Biz bu tanmatraları duyu organlarımızla ayırt ederiz (tanmatraları duyu organları ayrıştırdığı için kategori isimleri duyu organı isimleriyle anılıyor).
Tanmatra’lar arası farkın algısı titreşimlerin farklı olmasıyla mümkündür, ses ve görüntü titreşimleri arasındaki fark örneğin. Bir müzik plağındaki kayıt ses titreşimlerinin özel bir formatta kaydıdır. Fonoğraf bu plağı çaldığı zaman o kayıt havadaki ses dalgalarına dönüşür. Orjinal sesler tekrar ortaya çıkar fakat orjinal görüntüler ortaya çıkmaz çünkü görüntü titreşimleri müzik plağına kayıt edilmemiştir (titreşimler arası farkları nitelik ve nicelikteki farklar olarak düşünmek gerekiyor, sadece frekans farkı değil, başka boyutları da var tanmatralar arasındaki farkların)
Çiçeklerin güzel kokusu burnunuza koku tanmatra’larıyla taşınır. Tanmatra’lar burnunuza ulaşsa bile eğer koku alma sinirleri bu tanmatra’lar tarafından uyarılmasaydı yine algılayamazdınız kokuyu. Aynı şekilde leziz bir tatlının tadını alamazdınız eğer tad alma sinirleri uyarılmasaydı.
Titreşimler arası fark sadece bundan ibaret değil. Tad tanmatralarını düşünelim. Kendi aralarında da ayrışım vardır. Dilinize değen şeye göre ve dilin hangi bölgesine değdiğine göre değişen farklı titreşimler tad ayrışımını oluşturur. Biber ve şekerden tamamen farklı tadlar alırız ama kimyasal olarak acı ve tatlı arasındaki fark az bir farktır. Acı bir şey yedikten sonra su içtiğimizde su bize biraz tatlı gelir. Bu zaten az olan kimyasal farkın suyun etkisiyle daha da azalması sinirlerde oluşan tad titreşimlerinin tatlıya dönüşmesine sebep olduğu içindir.
Bu dünyada algıladığımız ve kavrayabildiğimiz herşey titreşimlerden ibarettir. “Ses tanmatra”, “dokunuş tanmatra”, “şekil tanmatra”, “tad tanmatra” ve “koku tanmatra” kategorilerinden titreşimler duyu organlarımızdan (ve sinirlerden) geçerek beyine ulaşırlar ve beyin işlemi sonunda zihin ortamını da titreştirirler. Zihin ortamında (citta) bir form (model) oluşur. Bu modeldir bizim algıladığımız ve kavradığımız. Gördüğümüz fil, duydugumuz Puravi ve Bhaeravii makamındaki şarkılar, soğuk ve sıcak hisleri, acı ve tatlı tadlar, shiulii ve rajaniigandhá çiceklerinin kokuları, algıladığımız ve kavradığımız herşey bu zihin ortamındaki oluşan modelden (citta form) başka bir şey değildir.
Şimdi uçsuz bucaksız evreni düşünelim. Nedir bu evren? Bu evren Makrokozm’un [Tanrı, Allah] zihninde oluşur. O’nun yoğunlaşmış zihnine fiziksel evren diyoruz. Bu kozmik yoğun zihin nasıl oluştu? “Kozmik Yoğun Zihin” (Citta) kozmik zihinsel hareketin statik sonucudur (“statik sonuç” = varlığını devam ettirebilen, duran). Duran yapı [stationary entity] Prakrti (yaratıcılık ilkesinin işlemi) nin Tamah (doğruyu eğriye çeviren, yoğunlaştıran, lokalize eden, parçacık oluşturan) etkisinin sonucudur. Diğer guna’lar (bağlayıcı nitelikler) Rajah (eviren guna’nin devinim ve evrim etkisi) ve Sattva (erdiren guńa’nın eğriyi doğruya çeviren, genişleten, duyarlaştıran, bilinçlendiren etkisi) duran yapı oluşturmaz. Doğruyu eğriye çeviren, yoğunlaştıran, lokalize eden, parçacık oluşturan etki – statik guna (Tamah) – her zaman bir form oluşmasına, bir sonuç oluşmasına, durağanlığa, ya da duran yapılara sebep olur. Bireysel zihin ortamı citta, yani bireysel zihinsel hareketin sonucu olan katman, statik guna’nın hakimiyeti altındadır ve bu özelliğinden dolayı dışımızdaki objeleri simule eder (modeller).
Her form hem süre hem de boyut anlamında sınırlıdır. Kozmik Citta (Kozmik Yoğun Zihin) de aynı nedenden (kozmik zihinsel hareketin statik sonucu olduğundan) dolayı sınırlıdır. Kozmik Citta’nın (kontrol eden, şahit olan, hayat veren) Öz’ü Hirańyagarbha sonsuzdur fakat O’nun zihinsel hareketinin sonucunun bir şekli vardır (Kozmik Yoğun Zihin bir form). Zihin dalgaları bu Kozmik Merkez (Öz) den çıkar ve bu merkez (Öz) etrafında döner. Bu hareketten enerji parçacıkları doğar. Daha sonra ortaya çıkan 5 temel etmen – eterik, havai, ışıkımsı, sıvımsı ve katımsı diye adlandırılan akımlar – bu enerji parçacıklarının dönüşmüş hallerinden oluşur. Unutmayın bahsettiğimiz zihin dalgaları başlangıçta Öz’den çıktığı için Öz’ün dönüşümünden ya da dışavurumundan bahsediyoruz. Öz saf bilinçtir. Özetlersek, yaratıcılık ilkesinin işlemi (Prakrti) bazen saf bilinçte bazen zihinde bazen enerji alanlarında bazen de maddede (Öz’un değişik halleri) titreşim oluşturur. Bu kozmik işlem elliptik bir sonuç oluşturur. Bu elliptik sonuca kozmik yumurta (sembolik) anlamında Sanskritçe’de Brahmáńda denir ve bu kelime Kozmik Döngü, Kozmik Evrim anlamında kullanılır. Kozmik Döngü’de her birim bir titreşime karşılık gelir. Kozmik Döngü’nün içinde oluşan irili ufaklı döngüler (atomlardan galaksilere kadar) kendi ritimleri ve tempolarıyla Kozmik Döngü’ye uyumlu bir şekilde gelişiyorlar. Birimlerin, ve bireylerin titreşimleri sonsuz Kozmik titreşim içinde varoluyor ve ifade buluyor.
Bu elliptik sonuç (Kozmik Döngü) nasıl oluştu? Zihin ortamı (citta) ancak zihin (Citta) tarafından titreştirildiğinde bir şekil alabilir (form oluşturabilir). Kozmik zihin ortamı ile bireyin zihin ortamı aynı varlık alanı olduğuna göre diyebiliriz ki Kozmik Zihin kendi zihin ortamında titreşimler oluşturarak fiziksel evren diye bildiğimiz formu yarattı. Tüm tanmatralar Öz’ün (saf Bilinç’in) yoğunlaşma aşamalarında oluşan değişik titreşim akımlarının birimleridir. Tanmatralar (kozmik) analitik sürecin sonuçlarıdır. Fiziksel evrene Öz’ün (saf Bilinç’in) zihinsel projeksiyonu diyebiliriz. Kozmik Döngü’nün ilk aşamasında kozmik zihinsel projeksiyon Öz’ün yoğunlaşması şeklinde çalışır, ikinci aşamasında projeksiyon ters yönde çalışır, yani birey zihinler ortaya çıktıktan sonra bireyler yavaş yavaş gelişerek sonunda asıl kimliklerini yani Öz’den geldiklerini keşfederler.
Imajinasyon nedir? Imajinasyon zihinsel harekettir. Her hareket titreşim yaratır. Bu fiziksel evren de Kozmik Zihnin bir imajinasyonu, yani zihinsel hareketi olduğuna göre, titreşimlerden oluşması gerekir. Bu titreşimlerin akımları (5 değişik kategoriye ayrılan tanmatralar) insan zihnine duyu organlarından, sinirlerden, beyinden geçerek ve práńendriya diye bilinen, 5 değişik – práńa, apána, samána, udána, vyána – hayat enerjisi akımından oluşan görünmez vücudun yardımıyla ulaşır ( “práńendriya”ya Türkçe’de “can” diyoruz).
Görünen evrenin temel doğası nedir? Temel kanun harekettir. Her obje hareket halindedir. Bu evrende hareket etmeyen hiç bir şey yoktur. Her obje hareket ettiği gibi aynı zamanda gelişmektedir. Zihnimiz sevse de sevmese de, ruhumuz istese de istemese de, insanlar olarak sürekli birşeylerin peşinden koşmak zorundayız. Bu yaratılışın kanunu. Bir insanı ne kadar seversem seveyim onu sonsuza kadar tutamam. Ölüm sonunda ayırır. Sınırlı varlıkların hiçbiri ölümden kaçamaz çünkü sınırlı varlıklar zamana tabii. Ölümsüz olan Öz’ümüzdür yani hepimizin içinde olan (Tanrı, Allah, Yüce Bilinç) yansıması olan Öz. Bir varlığın gerçek uyanışı ancak içindeki Öz’ü (Yüce Bilinç’in yansımasını) keşfetmesiyle mümkündür. Uyanış olduğunda tüm sorular cevaplanmis olur, hareket, duraganlık, gelişmek, geri kalmak gibi kavramlar ortadan kalkar.
Daha önce açıklamıştım, göreceli yerdeğişimine hareket [action] diyoruz. Her hareket devinim [motion], ritim ve titreşim içerir (oluşturur, doğurur). Titreşim akımlarından tanmatra’lar (titreşim birimleri) doğar. Daha önce bahsettiğim şekilde bu tanmatra’lar zihine ulaştıklarında zihinsel titreşimleri doğururlar. Tanmatraların zihine ulasımı ne kadar kolay olursa o kadar olumlu bir his oluşur. Mutluluk ve rahatlık hisleri de zihin ortamında oluşan titreşimlerin zihnin daha önce oluşturduğu formlara uygunluğu ile doğru orantılıdır. Zihin ortamı (citta) nın devam ettirmek ve kalmak istediği hale mutluluk hissi diyoruz. Zihnin uyumsuz titreşimlerine yani kalmak istemediği hale mutsuzluk ya da üzüntü hissi diyoruz. Bazen mutluluk ve üzüntü hisleri daha önceki yaşamlarımızda yaptıklarımızın reaksiyonu olarak tezahür eder. Eğer bu reaksiyon (aşırı üzüntü) hissi çok şiddetli ise zihnimiz bu sarsıntıya tahammül edemeyebilir. Bu duruma zihin şoku denir. Insanın vucudu dayansa da zihni dayanamayabilir ve bu insan komaya girebilir. Üzüntüye dayanma gücü olanlara dirençli ve dayanıklı insan diyoruz. Histeri’ye hastalık diyoruz ama daha çok zihinsel şok kategorisine girer.
Tersi de geçerli, yani çok büyük bir mutluluk da bizi zihinsel şoka sokabilir. Fakir bir insan birden çok para bulursa şoktan ölebilir bile. Ölümleri haber verirken dikkat ederiz, alıştıra alıştıra söyleriz. Zihinsel sarsıntılara (titreşimlere) dayanma aynı insanda bile şartlara göre değişir. Bu konuda dikkatli olun, büyük haberleri alıştıra alıştıra verin.
Zihinsel sarsıntılara dayanma gücü herkesde farklıdır. Zihinsel yapılarına, samskara (ektiğini biçme sürecinde oluşan reaksiyonlara), sinir ve organlarının yapısına, hormonal yapılarına bağlıdır. Vücüdumuzda oluşan ani titreşimler kalbimizin durmasına bile sebep olabilir. Çok parlak bir ışık görme yeteneğimizi geçici olarak kaybettirebilir. Aynı şekilde çok şiddetli bir ses duyma yeteneğimizi geçici olarak kaybettirebilir. Daha da şiddetli sarsıntılar kalıcı bozukluğa neden olabilir. Terside olabilir, bazı sarsıntılar uzun süreden beri çalışmayan duyuların geri gelmesine sebep olabilir.
Tanmatra titreşimleri çok güçlü olduğunda da, çok zayıf olduğunda da algı oluşmaz. Birisi fısıltıyla konuştuğunda duyamazsınız, çok güçlü bir ses ise sizi sağır yaptığı için duyamayabilirsiniz. Bazılarınız üzüntülere dayanıklıdır bazılarınız değil. Acılara dayanmanın da bir sınırı vardır. Çocuklar bazen çok ağlarken birden ağlamayı keserler artık ağlamaktan bitap düştükleri için. Çok şiddetli ağrı ve acılarda bilincinizi kaybedersiniz.
Çok ince (latif) varlıkları da çok yoğun (ilkel) parçacıkları da algılıyamazsınız. Birçok kuşlar ve sürüngenler bazı olayları önceden hissederler. Kurbağalar yağmur yağacağını diğer canlılardan önce farkeder. Insanlar ise bu tür duyu ve içgüdüleri olmadığı için (köreldiği için) meteroloji bilimini geliştirdiler. Kargalar firtınayı önceden hisseder, baykuş ve köpekler depremleri önceden hissederler. Ilk insanlarda da bu tür yetenekler vardı. Konfor arttıkça insanlar bu yeteneklerini kaybettiler. Doğada canlılar kendi türlerinin devamı için değişik seviyelerde ve değişik titreşim aralıklarında tanmatra duyarlığı geliştirdiler.
Atomlardan yayılan titreşimleri doğrudan algılayamayız, fakat gelişkin mikroskoplarla bu mümkündür. Titreşimlerin algılanışı duyu sisteminin kapasitesine göre değişir. Duyu kapasiteniz dışındaki titreşimleri algılayamazsınız (Anandamurti bize evrende varolan titreşim çeşitleri, frekansları ve akımlarından çok azını algılayabildiğimizi hatırlatıyor).
Form
Titreşimlerin diyagramları çıkarılabilir. Fonograf plağındaki çizgiler o plağa kaydolmuş seslerin diyagramı sayılır (ayni sesler başka formatlarda kayıt edilebilir – aynı sesin değişik diyagramları).
Form deyince sadece gözümüzle gördüğümüz şekilleri ya da göze hitap eden titreşimleri anlamayalım. Her titreşimin formu vardır. Kozmik Zihnin yarattığı bu sonsuz gibi görünen fiziksel evrenin de bir formu var çünkü kozmik zihinsel hareketin statik sonucu. Uçsuz bucaksız oluşundan dolayı Kozmik Zihin için bazen “formu olmayan” sifatını kullanıyoruz ama Kozmik Zihin içinde sonsuz sayıda formlar var (fiziksel evren de bu formlardan biri) ve bu formlar bitmez tükenmez bir devinim içinde. Kozmik Zihin de Yüce Bilinç’in bir ifadesi ve yetersiz duyu organlarıyla bu yüceliği bu bilinci, Kozmik Zihin ve içindeki sonsuz formları tümüyle algıyabilmek ve kavramak mümkün değil.
Her titreşimin (doğu felsefesinde) “ses” diye bilinen (ama modern dilde “temel titreşim” diyebileceğimiz) bir özelliği vardır. Fiziksel evren de Kozmik Zihin projeksiyonu olduğundan ve titreşimlerden oluştuğundan bu evrenin de bir “temel titreşimi” var. Insanlarda bu evrensel “temel titreşimi” duyabilme duyarlığı çok gelişmiş değil.
Temel Titreşim
Başı sonu olmayan sonsuz Kozmik Zihnin yarattığı temel titreşime Onḿkára denir. Bu temel titreşim diğer tüm titreşimlerin kaynağıdır. Sizin ses duyu organınız çok yetersiz. Şimdi böyle bir temel titreşimin varlığından şüphe ediyorsunuz ama duymak istiyorsanız Kozmik Zihinle bir olmaya çalışmanız gerek. Ilahi trans haline geçmeden temel titreşimi duymanız mümkün değil. Ancak bireysel “öz ben” ile “kozmik öz ben” bir olduğunda Kozmik Zihin’i duyar ve bilirsiniz. Bu birleşme (erme) olduğunda tüm bencil duygular yok olur. O zaman Onḿkára denilen ilahi kozmik senfoniyi duyarsınız.
Fiziksel evrende de “temel titreşime” aday olacak bir çok titreşim var. Bu fiziksel titreşimler Kozmik Zihnin titreşimlerinden farklı mıdır? Yürüdüğünüz zaman ses çıkar, yemek yediğiniz zaman ses çıkar, sessiz dediğimiz dağlar, akan dereler, ormanlar hiçbir şey sessiz değildir. En sessiz olarak düşündüğünüz şeyde bile “temel titreşim” (temel ses) vardır. Her titreşimin temeli olan bu titreşim bu ses Onḿkára dan başka olamaz. Bireysel zihnimizin analitik (ayrıştıran) özelliğinden dolayı temel titreşimi değil de onun formlarını algılıyoruz.
Her hareketten titreşim doğar demiştik, Kozmik Zihnin her hareketinin sonucu da titreşimlerden oluşur. Bu titreşimlerin an incesi (latif olanı) (temel titreşimin formlarından en latif olanı) “eterik titreşim” diye bilinir. Eterik titreşimin birimlerine (tanmatra) (geleneksel ismiyle) “ses tanmatra” deniyor. Eterik titreşim Kozmik Zihin titreşimlerinin fiziksele dönüşümdeki geçiş aşamasıdır.
Onḿkára temel (ilk) titreşim, Onḿkára’dan fiziksel titreşimler doğuyor. Ilk ve temel olma özelliğinden dolayı Onḿkára nin diğer ismi Shabda-Brahma.
Dokunuş
Bir objeye dokunduğunuz zaman egonuz haz alır ama hiçbir zaman şimdi ben Yüce Bilinç’e [Tanrı, Allah] dokunuyorum diye düşünmez. O ilahi dokunuş hissini duyabilmek için sonsuzluğa dokunmanız gerekir. Ilahi dokunuş ancak egonuzun kozmik benlikte kaybolmasıyla mümkün olur. Objelere dokunduğunuzda o objeden zevk alma niyetiyle dokunduğunuz için kendinizi kısıtlıyorsunuz ve bu yüzden de ilahi dokunuş olarak algılayamıyorsunuz.
Bencilce ve benci arzularınız olduğu sürece ilahi dokunuşu hissedemeyeceksiniz. Küçük benliğinizin sınırlarını genişletin (ailenizi, ülkenizi, insanlığı, evreni kapsayacak şekilde ve birgün Kozmik Zihinle bir olacak şekilde). Bu zihin genişlemesini başardığınız zaman öyle bir mutluluk duyacaksiniz ki benci arzularınız bu mutluluğun yanında çok küçük kalacak. Bu ilahi mutluluğu bildiğiniz zaman zaten ayrılık biter.
Şimdi kafanızda şöyle bir soru oluşabilir. Bu ilahi dokunuş yani erme hali gerçekleştikten sonra insan yaşamına devam edebilir mi? Ya da devam etmek ister mi? Evet, yaşam devam eder. O andan sonra ermişin yaşamı artık tamamen Tanrı’nin istekleri doğrultusunda gelişir. Ermişin tüm bireysel arzuları tatmin olduğu için kendi için hiç bir şey istemez. Bu dokunuştan sonra kalan egosuz bireysel yaşamını tamamen insanlığın mutluğuna ve gelişimine adar.
Ilahi dokunuşa ulaşabilmek için sadıklar özverili bir hayat sürerler, ve O’nu mutlu edebilmek için ellerinden geleni yaparlar. Bunu başardıklarında O da sadıklara öyle bir mutluluk verir ki tüm özverilere değer.
Ilahi gerçeği zihnimizle kavrayabilmemiz imkansız (daha once bireysel zihnin sınırlarını genişletmekten bahsetmişti bir ruhani çaba olarak, şimdi de “egonun erimesi” şeklinde bir metafor kullanıyor). Egomuz okyanusda yüzen içi su dolu bir kap gibidir, kap eriyebilse ya da kırılsa kabın içindeki su da okyanusla bir olur (bu metafor ilk defa büyük şair Kabir tarafından kullanılmıştı, Anandamurti bize bu şiiri hatırlatıyor]
Jalameiṋ kumbhaka kumbha meiṋ jala hae,
Báhar bhitar pánii
Phat́á kumbha jala jala hi samáná
Yah tattva bujhae jiṋánii.
–Kabir
[Water in jar and jar in water
Waters both, yet separate surge;
None but the wise can see through better
Let the jar break, and the waters merge.]
(şimdi de başka bir metaforla aynı gerçeği anlatıyor)
Eğer tuzdan yapılmış bir oyuncak bebek denizi anlamaya çalışırsa denize dokunduğu anda eriyeceğinden hiç bir zaman geri dönemez yani oyuncak bebek bu dokunuştan sonra oyuncak bebek değildir artık. Deniz’i anlamak istiyorsanız deniz olmak zorundasınız başka yol yok.
O sonsuz değişken formları yaratıyor, O’nun yaratıcılığının başı, sonu ve sınırı yok ama formlar (yaratılmış varlıklar) sonsuz değil. Yaratılmış her şey (her form) değişmek zorunda. Sonsuzluğa ulaşmak için formların ötesine geçmeniz gerekiyor.
Renk
(Bir önceki kısımda Anandamurti bize her titreşimin, doğu felsefesinde, “ses” diye bilinen ama modern dilde “temel titreşim” diyebileceğimiz bir özelliği olduğunu hatırlatmıştı)
Titreşimlerin diğer bir özelliği olan “renk”, “temel titreşim” değildir yani ikincil bir özelliktir. Bu evrendeki her “form” (titreşimlerin bir başka özelliği) aynı zamanda “renk” içerir. Renk formların ayrışmasını sağlar. Saguńa Brahma’nın 3 temel prensibi de – Tamah (doğruyu eğriye çeviren, yoğunlaştıran, lokalize eden, parçacık oluşturan prensip), Rajah (devinim ve evrim prensibi) ve Sattva (erdiren, eğriyi doğruya çeviren, genişleten, duyarlaştıran, bilinçlendiren prensip) – “renk”lidir. Bir varlıkta sattva daha belirgin ise o varlık zihnimizde beyaz bir izlenim oluşturur. Bu yüzden beyaz renk saflığın temizliğin sembolü. Sattva beyaz, rajah kırmızı, ve tamah siyah izlenim oluşturur zihinde. Aslında beyaz bir renk degil, tüm renklerin karışımı. Siyah da bir renk değil çünkü renklerin eksikliğinden siyah oluşuyor. Siyah durağanlığın sembolü.
Formların farklı olması demek renklerin farklı olması demek. Saguńa Brahma 3 temel prensibi de içerir fakat Sattva (erdiren, eğriyi doğruya çeviren, genişleten, duyarlaştıran, bilinçlendiren prensip) her zaman daha baskındır bu yüzden sadıklar Saguńa Brahma’yı beyaz nur olarak algılarlar.
Peki Parama Puruśa’nın rengi varmıdır? Hayır, Parama Puruśa’nın rengi yoktur. Tüm renkler varoluşun “yaratılmış” hali içinde belirir. Parama Puruśa aşkın varoluş olduğundan renklerden bahsedemeyiz. Mutlak varoluşun rengi olamaz.
(Anandamurti’nin yazılarını okuduğunuzda aynı ve tek olan Mutlak Varlığın yani Vahdet-i Vücut’un değişik sıfatlarından ve yaratılışın değişik aşamalarında oluşan fonksiyonlardan bahsederken değişik Sanskritçe isimler kullandığını görürüz. Bu isimler felsefi anlatımda fonksiyon ayrışımlarına dikkat çekmek için kullanılan terimlerdir. Saguńa Brahma deyince Mutlak Varlığın “yaratan” sıfatını kastediyor, Parama Puruśa deyince Mutlak Varlığın “yüce bilinç” sıfatını kastediyor. “Yaratan” sıfatıyla 3 temel prensibi içeriyor fakat “yüce bilinç” sıfatıyla 3 prensibin ötesinde varoluşun temeli oluyor.)
Yüce Bilinç (Aşkın Varlık, Tanrı, Allah) renksizdir. Yaratıcı prensibinin işlemiyle kendinden renkler doğar ama O renklerin ötesinde (aşkın) kalır.
Insan bilinci formlara düşkündür. Bir objeden hoşlandığınızda sizi çeken objenin şeklidir (önce güzellikten etkileniyoruz) (formlar renk içerdiğinden renklerin bu çekimde ne kadar etkili olduğunu söylüyor). Renk bilimi çok ilginç. Renk iki obje arasındaki çekimde önemli bir faktördür. Bu prensip objeler için olduğu gibi, hayvanlar ve insanlar için de geçerli. Soyut olarak “renk” diyebileceğimiz özellikten dolayı hiç tanımadığımız insanlara çekim duyarız bazen de hiç yanaşmak istemeyiz (burada “renk” formun ikincil özelliklerinin toplamı).
Citta (zihin ortamı) Tamah baskın olanlar daha durağan, meraksız olurlar ve zihin ortamı Rajah baskın olanların cesaretine de sahip değillerdir. Niyetiniz değiştiğinde zihin ortamının rengi de değişir.
Her “form” da ikincil özellik olarak “renk” var dedik. Aslında her “titreşim”de (hatırlayın “form” titreşimin birincil özelliklerinden) “renk” özelliği vardır. Doğru bir ölçüm aygıtıyla her titreşimin hem formunu hem de rengini belirleyebilirsiniz. Titreşimin en birinci özelliğini de unutmayın. En birinci özellik “temel titreşim” (geleneksel ruhani felsefede “ses” diye tabir ediliyor). Titreşimin ritmi değiştiğinde “ses” ve “renk” özellikleri de değişir. Ritim değişikliklerinde güneş en büyük rolü oynar. Gündüz insan zihninde Rajah etkisini artırır, gece ise Tamah etkisini. Günbatımı ve gündoğumunda Sattva etkisi artar.
Fonik ve alfebetik farklar da titreşimsel farklardır. Sesli ve sessiz harfler arası farklar de aynı şekilde. Sanskritçe’de alfebenin seslerine (harfleri) de renk denir. Sanskritçe’de sessiz harfler okunurken sonlarına “a” eklenerek okunur. Sanskritçe’ye başlangıç kitabı Varńa-Paricaya’nın kelime anlamı “renklerle tanışma” dır. Giita’da bahsedilen “sıfatların farkı aktivitenin farkına ve aktivitenin farkı da renklerin farklı olmasına neden olur” konusu da “renk” biliminin başka bır açısı.
Paramátman yani Saguna Brahma başı ve sonu olmayan, sürekli ve sonsuz olan, yaratılıştır. Sınırlı kapasitenizle bu sonsuzluğu kavramanız mümkün değil. Sadece sonu ve sınırı olan yaratılmış varlıklarla temas edebilirsiniz. Bu temas titreşimlerin aracılığı ile zihninizde gerçekleşir. Ama temas ettiğiniz sonlu ve sınırlı varlıklar Tanrı [Brahma] değildir. O’nu kavramak ve ona erişmek istiyorsanız siz de başı sonu olmayan hale gelmek zorundasınız ki bunu başarabilmenin tek yolu benliğinizi yüce benlik ile birleştirmenizdir. O hale ulaştığınız zaman yüce benliği (Öz) tanıyacaksınız ve kendi özünüzün de Öz’dan farklı olmadığını anlayacaksınız Unutmayın egonun oldugu yerde O yoktur. O’nun olduğu yerde ise ego yoktur.
Ananda Marga putlara (ve bazı kavramların, objelerin ve insanların putlaştırılmasına) tamamen karşı. Sonsuzluk bir objeye nasıl sığar. Putlara tapan zihin giderek ilkelleşir ve sonunda o objeler kadar ilkel olur. Insan olarak göreviniz zevk ve acının ötesine geçerek, ölümsüzlüğü aramak ve tamama ererek sonsuz mutluluğa ulaşmaktır. Huzuru içinizde, ruhunuzda arayın, putlarda değil.
Seremoni şeklindeki tapınmalar, oruç tutmalar ve diğer ritueller ile insanlar tamama eremezler (ruhani kurtuluşa ulaşamazlar). Ruhani kurtuluş gerçek bilgi ile gelir. Orucun faydaları vardır ama ermek için bir faydası yoktur. Dini rituellerde putlaştırma eğilimi var. Buna dikkat edin.
Bazıları diyor ki bir imajı (imgeyi) zihni konsantre etmek için kullanmak zararsızdır. Bu iyi bir uygulama değil. Çünkü bunu yaptığınız zaman giderek o imaja (imgeye) duygusal olarak bağlanırsınız ve daha sonra bu bağdan kurtulmak çok zor olur. Çok büyük bir ermiş ruhani kurtuluşun son aşamasına (Nirvikalpa Samádhi) ulaşırken bu problemle uğraşmak zorunda kaldı.
Sadece putlardan kaçınarak da tamama eremezsiniz. Ruhani çalışmanıza (Sádhaná) aralıksız devam edeceksiniz. Arkadaşlarınız, akrabalarınız, eşleriniz ve çocuklarınız için yaptıklarınız da tamama ermenize yetmez. Ermek istiyorsanız ruhani çalışmadan başka yol yok. Hayatınızı boşa geçirmeyin. Ölüm saati geldiğinde boşa geçmiş bir hayat için pişman olmayın.
Diyebilirsiniz ki “biz normal insanlar olarak, hep Tanrı’yı düşünürsek günlük işlerimizi nasıl yaparız?”. Ben de derim ki günlük işlerinizi yapmanıza hiç bir şekilde engel olmaz sürekli Tanrı’yı düşünmeniz, tam tersine her işi daha iyi yapmanıza yarar. Ormanda inzivaya çekilmenize gerek yok. Sadece yaratılmışa karşı doğru davranın – suçlularla uğraşırken, hastaları iyileştirirken – (en zor durumları örnek veriyor). Doğru davranıştan neyi kastediyorum? Kızgınlık ve kıskançlığın olmadığı davranışı kastediyorum. Yaratılmış varlıklara ne çok bağlanın ne de nefret edin.
Sonsuz bir okyanus olan Öz’ün içinde yaşıyorsunuz. Sonu hiç gelmeyecek yaratılış dalgaları içinizde ve dışınızda kabarıyor ve yaratılışın titreşimleri sonsuz çeşitli varlıklara dönüşüyor. Her varlığa karşı doğru davranın ve her varlığın içinde Öz’ün bir yansıması olduğunu hiç unutmayın. Nilüfer çiçeği gibi olun. Nilüfer çamurun içinde yaşam savaşı verir ama gökyüzündeki ay’ı hiç unutmaz hep ay’a olan aşkını diri tutar. Çok olağan bir bir çiçek olmasına rağmen aşkından dolayı olağanüstü olur. Siz de normal bir insan olabilirsiniz ama hep O’nu düşünün, ilahi aşkınızı diri tutun ve tüm arzularınızı O’na yöneltin. Göreceksiniz günlük işleriniz bundan kötü etkilenmeyecek.
Şartlar ne olursa olsun Yaradan’ı unutmayın. Yüce Varlığı (Tanrı, Allah, Yaradan) yaşamlarının merkezi yapanlar için yozlaşmak ve ruhani gerileme imkansızdır. Kötü düşünceler kötü kaderi doğurur; öyle ki; zihin ortamı eğer çok ilkelleşir ise bir sonraki yaşamınız da insan olarak değil bir hayvan olarak doğabilirsiniz. Sakın gözünüzü amacınızdan ayırmayın, sonsuz mutluluğa giden yoldan bir adım bile çıkmayın. Sizin yolunuz Ananda Marga yani sonsuz mutluluğa götüren yol.
Eğer Yaradan’a ulaşma isteğiniz varsa ve çok kuvvetli bir istek ise bu, geçmişte yaptıklarınızın sonuçları ne olursa olsun sonunda amacınıza erişeceksiniz. Geriye bakmayın, hep ileriye bakın. Sınırlı şeylere tapmayın. Hep sonsuz olanı en yüce olanı düşünün. Ona olan aşkınız büyüdükçe mutluluğunuz da büyüyecek. Bu ilahi huzur ve mutluluğun yanında acılar ve zevkler önemsiz kalacak. Ilahi Aşk böyle bir şey.
Iki obje arasındaki çekimde her zaman “renk” önemlidir. Raga kelimesi boyamak anlamındaki rańj kökünden türetilmiştir. Anurága kelimesi zihni sonsuzluğun rengine boyamak anlamına gelir. Bazi dinlerde olduğu gibi turuncu elbise giyince tamama ereceğinizi sanmayın. Zihninizi sonsuzluğun rengine boyamadan tamama eremezsiniz. Zihni sonsuzluğun rengine boyamak demek o ilahi çekimi yani ilahi aşkı hissetmek demektir.
Zihniyetinizde devrimci bir değişiklik yapmak zorundasınız. Zahiri renk (dış görünüş) ten geçtiğiniz (aştığınız) zaman Yüce Varlığın rengini yani çekimini farkedeceksiniz. Ananda Marga meditasyon tekniklerinden biri Pratyáhára Yoga ya da Varńárghyadána diye bilinir. Her insan bir şeylere ya da insanlara çekilim duyar. Her çekilim zihinde bir renk izi bırakır. Bu meditasyon tekniğinde zihnimizdeki renkleri Yüce Varlığa hediye ederiz. Hediye edebilmemiz için önce o zihinsel rengi zihnimizden ayırmamız gerekir. O yüzden ayırmak, çekip almak anlamına gelen Pratyáhára kelimesi kullanılıyor. Bu çalışma bizde Ilahi Aşk’ın artmasına sebep olur.
Bahar mevsiminde kutlanan renkler festivalinde (Vasantotsava) de sembolik olarak bu çalışma vardır. Kendi renklerinizi yani arzularınızı ona hediye etme uygulaması doğal hale geldiğinde tamama ereceksiniz. O zaman hiç bir renge ihtiyacınız olmayacak, yani renksiz olacaksınız (arzularınız tamamen tatmin olmuş olacak), ve Büyük Benlik ile bir olacaksınız ve Öz’de yaşayacaksınız (Beka). Nereye bakarsanız bakın sadece O’nu göreceksiniz. Beka halinde sen, ben ve O ayrılığı kalmaz. Hakka teslim olmanın derecesi ile doğru orantılı olarak Beka halinin de dereceleri var.
Unutmayın, benliğinizi O’na hediye etmeniz gerekiyor Para ve başka objeleri adak adamak anlamsız. Objelerle ancak alışveriş yapılır. Ilahi huzuru ve mutluluğu istiyorsanız egonuzu vermeniz gerekiyor. Yüce benlikte yaşamak istiyorsanız küçük benliğinizden vazgeçmeniz gerekiyor. Hakk’a tamamen teslimiyetten bahsediyoruz. Zihninizden yardım olarak yapacaksınız bunu ama ama egonuzu bırakmadan, egonuzdan vazgeçmeden olmaz. Hakk’a teslimiyet intihar etmek değildir. Tam tersine Beka’dan (Öz’de yaşamaktan), ruhunuzun tam ifade bulmasından yani tamama ermekten bahsediyoruz. Varlığınız kaybolmuyor tam tersine sonsuz olarak genişliyor. Erme dereceniz Hakk’a teslimiyet derecesine bağlı olarak artacak ve benliğinizi tamamen teslim ettiğinizde sonsuz mutluluğa ulaşacaksınız.